19. Yüzyılda Japonya'nın Sanayileşmesinde Teknik Okuryazarlığın Oynadığı Önemli Rol
Sanayi Devrimini Türkiye Neden Kaçırdı, Japonya Nasıl Yakaladı?
Bu blogda bazen Türkiye'deki araştırmacıların ilgisini çekebilecek Japonya ile ilgili bazı çalışmaları tanıtmayı da amaçlıyorum. Bunlar, özellikle Türkiye'nin iktisadi tarihini ve neden kalkınmada geri kaldığını anlamak için farklı perspektifler sunabilir.
Japonya'da da Türkiye'de de kalkınma ve teknolojide Batıyı yakalama çabaları üzerine çok sayıda çalışma var. Bunların önemli bir kısmı tarihsel materyaller ve arşivler gibi kaynaklardan elde edilen bilgilerin yorumu ve analizinden oluşuyor. Bu çalışmalardan biri, Réka Juhász (Uni. of British Columbia), Shogo Sakabe (Columbia Uni.) ve David Weinstein (Columbia Uni.) tarafından 2024 yılında yazılmış. Japonya ile ilgili ve NBER Japan Project Meeting’de geçen Ağustos ayında yazarlardan dinleme fırsatı buldum. Bu makalenin başlığı “Codification, Technology Absorption, and the Globalization of the Industrial Revolution” ve NBER Working Paper serisinde çıktı. Henüz bir dergide yayınlanmadı ama yakında iyi bir dergide yayınlanacağını düşünüyorum. Bu makale NBER’dan ücretsiz indirilebilir.
Bu yazıda, neredeyse tamamen bu makaleye dayanarak Batıdan teknik bilginin edinimi ve bu süreçte çevirinin Japonya’nın 19. yüzyılın sonlarındaki sanayileşme ve modernleşmesindeki önemine bakacağım. İlgilenenler için makalede daha çok detay olduğunu hatırlatarak bu makaleyi okumalarını tavsiye ediyorum. Yazının sonunda kısaca aynı dönemde Osmanlı için de kısa bir yorum yapacağım.
Makalenin Temel Argümanı ve Veri Seti
1860’li yılların başlarında yoksul ve ağırlıklı olarak tarıma dayanan bir ekonomiye sahip olan Japonya’da 1870 yılı itibariyle o dönem için en önemli sanayi olan tekstil sanayisinde modern bir tesis/fabrika yoktu ama 1910 yılı itibariyle Britanya’yı verimlilik ve kalitede yakalamıştı. Bu hızlı dönüşüm ve başarının arkasındaki nedenlerden biri, makalenin yazarlarına göre “teknik okuryazarlık” (technical literacy) ve “teknik bilgi” (technical knowledge). Bu fikir orijinal olarak iktisat tarihçisi Joel Mokyr’e ait. Burada kast edilen, bilim, mühendislik, ticaret ve sanayi ile ilgili bilgiler ve uygulamalar/pratiklerin ana dilde derlenerek toplanması veya kodifikasyonu (codification).1 19. yüzyılda bu bilginin çoğunlukla İngilizce ve Fransızca olarak mevcut olduğu düşünülebilir. Fakat, Çince, Japonca, Türkçe gibi diğer dillerde ne kadar mevcuttu? Yazarlar bunun için büyük bir emek harcayarak bununla ilgili bir veri seti hazırlamışlar. Önce bu veri setine bakalım.
Yazarlar, dünyadaki kütüphanelerdeki katalogları tarayarak 33 dilde yazılmış teknik kitapları tespit etmiş. Ayrıca, ticarete konu olan sanayiler için yazılmış olan teknik kitapları, 1617-1852 yılları arasında Britanya’daki tüm patentleri, Amerika ile Japonya arasındaki ikili ticaret ile ilişkili her sanayi için ticaret verilerini dijitalleştirmişler. Bunları diğer ülkelerin 19. yüzyıldaki ticaret verileriyle de birleştirerek büyük bir veri seti hazırlamışlar. Büyük bir emek var bu çalışmada. Veri oluşturma süreci tüm detaylarıyla makalede anlatılıyor. Language processing (dil işleme) yöntemiyle, elde edilen metinler nicelleştirilmiş.
Bu veri seti sayesinde yazarlar farklı dillerde teknik bilginin kodifikasyonun yanı sıra, 39 ülke için 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında bunun sanayiler ve sınai ürünlerin ihracatında ne kadar etkisi olduğunu tahmin ediyorlar.
Veri seti bize neler söylüyor? Birkaç not aldım:
1870 yılında tüm teknik kitapların yüzde 84’ü 4 dilde yazılmış: İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca. (Burada not da düşmüşler. British Library 2023 yılında siber saldırıya uğradığı için burayı tarayamamışlar. İngilizce ile ilgili veriler Amerika’daki Library of Congress’ten alınmış ki burada Amerika ve Britanya dışında yazılan İngilizce teknik kitaplar da var)
Kaynak: Juhasz et al. (2014, p. 19)
Yukarıdaki 4 dilde yazılan kitapları okuyamayanlar teknik bilgilere ulaşamıyorlar. Diğer dillerde bu kadar çok kitap yok. Örneğin, 1870 yılında Arapça sadece 72 teknik kitap tespit etmişler. Çince, Hindi ve Türkçe gibi dillerde kütüphanelerde çok sayıda kitap var ama teknik kitapların sayısı çok az.
Yani, Avrupa’nın bu 4 dilini okuyabilen insanlar binlerce teknik kitaba ulaşabiliyorlar.
Japonya’da 1870 yılında Japonca çok az teknik kitap var, ama 1890 yılında National Diet Library’de (Türkiye’deki Milli Kütüphane benzeri, Ulusal Meclis Kütüphanesi) Almanya veya İtalya’daki milli kütüphanelerden daha fazla teknik kitap var. Bu kadar kısa bir sürede bu nasıl olabiliyor? Tercüme vasıtasıyla. Bunda devletin müthiş bir gayreti var (detayları aşağıda).
Meiji Döneminde teknik kitap sayısının hızla artmasının teknik bilgiye ulaşımı kolaylaştırdığını belirten yazarlar bunun hızlı sanayileşmenin anahtarı olduğunu vurguluyor. 1910 yılında Japonca teknik kitap sayısı İngilizce ve Fransızca kitap sayısının ardından 3. sırada. Bu kadar hızlı bir şekilde bu nasıl başarıldı? Burada devletin rolü önemli. Japonya’da öncelikle Batı dillerinden çeviriler yoluyla bu teknik bilgiye ulaşım mümkün olacaktı. O yüzden yoğun bir tercüme faaliyeti gerçekleştirildi.
Meiji Döneminde (1868-1911) Teknoloji Politikası ve Teknolojik İlerleme
Afyon Savaşları sonrasında Çin’in halini gören, feodal bir siyasi yapıya sahip olan ve merkezi hükümetin yerel lordları (daimyo) ancak sınırlı derecede kontrol edebildiği Japonya’da, yerel idareler düzeyinde Batılılaşma ve modernleşme yönünde denemeler var. Bunlar Japonya’nın İktisadi ve Sosyal Tarihi Cilt 1 başlıklı kitabımda (sayfa 86-90) detaylı olarak anlatılıyor. Merkezi hükümet (Bakufu) ve askeri diktatör olarak gücü elinde bulunduran Shogun da buna kayıtsız kalamıyor ve özellikle orduda modernleşme başlıyor. Amerikan gemilerinin Japonya’yı zorla ticarete açarak kapitülasyon imzalattıkları 1854 sonrasında bu çabalar özellikle hızlanıyor.
Bu dönemde Batı ve Japonya arasında karşılaştırmalar yapan entelektüeller tarafından çeşitli fikirler öne sürülüyor. Bunlardan biri olan Sakuma Shozan (佐久間 象山) '“Doğu Ahlakı, Batı Teknolojisi” (東洋道徳西洋学芸) fikrini ortaya atıyor (II. Abdülhamit dönemindeki İslamcıların bakışına ne kadar benziyor, değil mi?). Sakuma, Hollanda dilinde yazılmış kitaplardan fizik öğrenen bir entelektüel ve çeşitli buluşları var. 1864 yılında suikast sonucu öldürülen bu saygı duyulan aydın, Afyon Savaşı sonrasında Shogun’a askeri konularda Batılı teknikleri kullanması yönünde tavsiyelerde bulunuyor.
Amerikan gemilerinin Japonya’ya gelişinin hemen ardından, 1856 yılında Batıdaki bilimsel kitapların Japoncaya çevrilmesi için Shogun tarafından Barbarların Kitaplarını İnceleme Enstitüsü (Bansho Shirabesho 蕃書調所) adıyla bir enstitü kuruluyor. Burada dilbilimciler ve sözlük bilimciler (lexicograph) İngilizceden Japoncaya sözlük hazırlamak için çalışıyorlar. Burada karşılaştıkları en önemli sorun, Sanayi Devrimi’nin sonucu olarak ortaya çıkan yeni bilimsel terimler ve ürünlerin (demiryolu, buharlı motor, telgraf, vb.) Japonca veya Çince karşılığının olmaması. Bir diğer sorun da her çevirmenin farklı çeviriler yoluyla karışıklığa yol açmaması için ortak bir standart oluşturma gerekliliği. Zamanla, enstitünün en önemli görevleri bu ikisi oluyor. 1862 yılında Sakuma’nın yazdığı İngilizce-Japonca sözlük bu enstitü tarafından yayınlandı. Daha büyük bir sözlük 1871 yılında yayınlanacaktı.
Çoğu bilimsel ve teknik ifadenin Çin harfleri (Kanji) kullanan Japon alfabesinde karşılığı yoktu. Normalde, geçmişte yapıldığı gibi Çincede varsa bunu almak genelde takip edilen yoldu. Ama bunlar Çincede de yoktu. Öte yandan, her biri bir anlam ifade eden piktogramlardan oluşan Kanji bir kolaylık da sağlıyordu. Örneğin, lokomotif kelimesi için bu anlamı karşılayacaklarını düşündükleri iki Çince karakteri, buhar 蒸 karakterini ve daha çok at arabası (İngilizce: cart) anlamında kullanılan 車 karakterini yan yana getirerek buharlı araba anlamında bir kelime (蒸車) türettiler. Bunun gibi çok sayıda çeviri yapıldı. Bizde computer kelimesinin bilgisayar olarak çevrilmesi gibi bir çeviriden bahsediyoruz.
Shogun ve Bakufu rejiminin 1868 yılında yıkılarak Japonya’da meşrutiyetçi Meiji rejiminin kurulmasından sonra da devlet çeviri işlerini teşvik etti ve yeni sözlüklerin hazırlanıp basılmasını da sübvanse etti. Böylece bu gerekli bilginin yaratılması teşvik edilerek bir kamu malı olarak halka sunuldu. Bunun ardından yeni teknik kelime türetme akımı başladı. İnanılmaz sayıda yeni kelimeler türetildi (1860’lardan önce Japoncada yılda ortalama 100 yeni kelime üretilirken 1866 yılında 500’e kadar sonrasında da 1000’e kadar çıkıyor, aşağıdaki şekilde gösteriliyor).2 Burada çalışan mütercimler kimlerdi? Yazarlar Heibonsha yayınevinin 1974 yılında yayınladığı Nihon Jinbutsu Bunken Mokuroku (Japon Biyografileri Bibliyografyası 日本人物文献目録) adlı ansiklopediye dayanarak, 1870-1885 yılında teknik kitap çevrisi yapanların yüzde 74’ünün kamu görevlisi olduğunu bulmuş. Yani, çeviriler büyük bir kamu projesi!
Kaynak: Juhasz et al. (2014, p. 21)
Teknik bilginin yaratılması aşağıdaki şekilde iyi görülüyor. 1600-1860 arasında teknik kitap sayısının yıllık artışı ortalama yüzde 1.6. 1870-1900 dönemi için ise yüzde 8.8. İngilizce sözlüklerin yayın tarihi 1862 ve 1871. Bu yıllar arasında ve sonrasındaki artış göze çarpıyor.
Kaynak: Juhasz et al. (2014, p. 20)
Bunun yanı sıra, Meiji rejimi Batı dillerinden yapılacak teknik çevirilere de büyük miktarlarda paralar ödedi. 2400 civarında yabancı uzman Japonya’ya davet edildi. Bunların çoğunluğu Britanya (yaklaşık yarısı), Amerika, Fransa ve Almanya’dandı. Bu uzmanlar teknik konularda Japonya’da eğitim verdi ve birçok projede çalışarak modern sanayiler, demiryolu gibi altyapı ve çeşitli kurumların kurulmasında görev aldılar. Verilen eğitimin yaklaşık yüzde 59’u İngilizce, yüzde 17’si Fransızca, yüzde 13’ü Almancaydı. Ayrıca, yurtdışına da çok sayıda Japon öğrenci ve uzman eğitim için gönderildi. Yazarlar, kamu tarafından açılan tesislerde ve fabrikalarda sunulan hizmet-içi eğitimin de faydasının önemli olduğunu belirtiyor.
Önemli olan bir diğer konu da eğitim politikasıdır. Zorunlu eğitimin başladığı 1872 yılından sonra halkın isteksizliğine rağmen devletin baskısıyla okullaşma oranı hızla arttı. 1874 yılında erkek çocukların yüzde 40’ı, kız çocuklarının yüzde 15’i okula giderken, 1869 yılında bu oranlar sırasıyla yüzde 58 ve 2'3’e yükseldi. 1890 yılında ise yüzde 91 ve 72’ye kadar çıkacaktı. Bu dönemde çocuk işçiliğinin yaygın olduğunu da hatırlayalım. İlkokulu bitiren çocuklar işe başlıyordu. Yazarlar, modern eğitim sisteminin başladığı 1872 sonrasında okulların yüksek kalitede eğitim verdiğini belirtiyor. 1909 yılında ordudaki yeni askere alınan gençlerin yüzde 90’ından fazlası okuma yazma biliyordu. 6 yıllık ilkokulu bitiren bir öğrenci iyi derecede de matematik ve cebir bilgisine sahip oluyordu. Yani, 1880’li yıllar itibariyle, Japonya’da nüfusun önemli sayılabilecek bir kısmı teknik kitapları okuyup anlayabilecek seviyede eğitim alıyordu. Öte yandan, Meiji rejimi için önemli bir sorun da vardı: Temel ve uygulamalı bilimlerde üniversite düzeyinde araştırmacı yoktu. Yabancı uzmanların önemli bir kısmı bunun için istihdam edilmişti.
Bir başka önemli konu, yukarıda bahsedilen faaliyetlerin (yabancı uzmanların maaşları, çeşitli kamu hizmetleri, üniversite kurulması, yurtdışına gönderilen öğrenciler, vs.) finansmanıydı. Bu kadar para nereden bulundu? 1873 yılındaki Toprak Kanunu (Land Tax) önemli bir gelir kaynağı oldu. İlginç bir şekilde, toprak vergisi fikri de çeviriler sayesinde öğrenilmişti. Bir iktisat kitabı tercümesi yapan ve devletin çeviri enstitüsünde öğretmenlik de yapmış olan Kanda Takahira (1830-1898) adlı bir ekonomi bürokratı tarafından önerilen bu kanunla, tarımla uğraşan çiftçilerin toprakları ağır bir şekilde vergilendirildi. Köylü isyanlarına da yol açan bu vergi ile hükümet büyük bit kaynağa kavuştu. Öyle ki, 1884 yılında Japon hükümeti 83 milyon yen vergi toplayabilirken, Japonya’nın 10 katı nüfusa sahip olan (ama o dönemde Taiping İsyanı’nın yıkıcı etkileri yeni yeni onarmakta olan) Çin’de ise devlet aynı yılda sadece 114 milyon yen vergi toplayabilmişti. Kişi başına vergi miktarı Japonya’da Çin’in tam 8 katıydı. Bu vergiler 1880 yılında merkezi hükümet bütçesinin yüzde 11’ini oluşturan eğitim harcamalarının finanse edilmesini sağlayabilmişti. Çin hükümeti sadece Japonya’nın zorunlu eğitim reformunu halkı için yapmaya kalksaydı tüm bütçe gelirleri ancak yetecekti.
Sonuç olarak, yazarlar 1868-1887 döneminde Japonya’da Meiji rejiminin önemli ekonomik ve kurumsal reformlar gerçekleştirdiğini ama Batı ülkelerinden teknik bilgi anlamında geri kaldığını, 1887-1910 döneminde ise hızla bu farkı kapayarak birçok Batı ülkesiyle eşit seviyeye gelerek onları yakaladığını belirtiyor. Bir Japon mucizesinden söz edeceksek, gerçek mucize budur!
Japonya için çeviri çok önemli meseleydi. Yazarlar ilginç bir anekdot aktarıyor. Japonya’da ilk pamuklu tekstil fabrikasını kuran Ishikawa Masatatsu (1825-1895), hayatının erken dönemlerinde Satsuma bölgesinin (günümüzde: Kagoshima vilayeti) lordu (daimyo) olan ve modernleşme için önemli çabalar gösteren Shimazu Nariakira için çalışmaktadır. Lord Shimazu ona bir İngilizce kitap verir. Fakat kitap İngilizcedir. Sadece Hollanda dilini okuyabilen Ishikawa bunu Hollandalılara tercüme ettirmek için Hollanda ticaret bürosunun olduğu Nagasaki’ye gider. Tercüme bir yıl sürer. Bu kitap pamuklu dokuma sanayisi hakkındadır. Lord bu konuyla özel olarak ilgilenir ve 1857 yılında Kagoshima’da Japonya’nın ilk modern tekstil imalat tesisini kurar. Sonradan daha modern bir modern tesise dönüştürülecek olan bu tesis, 1867 yılında İngiltere’den getirilen modern makinelerle üretime başlar. Japonya’nın modern pamuklu dokuma sanayisi böyle başlamıştır. İlginç olan konu, kitabın Ishikawa’nın eline geçmesinden 1867 yılına kadar tam 11 yıl geçmesi.
Teknik Bilgi Ekonomik Kalkınmayı Nasıl Etkiledi?
Yazarlar, bundan sonra verileri ve bazı istatistiksel yöntemleri kullanarak yukarıdaki soruyu cevaplamaya çalışıyor. Bunun için üretkenlik artışına ve sanayi tarafından üretilen mamul malların ihracatına bakıyorlar. Bu kısımda, bu analizin sonuçlarına kısaca bakacağız.
Yazarlar istatistiksel analiz sonrasında şunları buluyorlar:
İngilizce kaynakların okunabilmesi ile sanayi devrimi teknolojileri ve imalat tekniklerinin kullanilabilmesi arasında güçlü bir ilişki var. İngilizceden uzaklaşıldığı ölçüde ekonomik kalkınma gecikiyor. (Burada Japonya ilginç bir tezat oluşturuyor ve bu durum tercüme ile açıklanıyor.)
1880-1910 döneminde imalat sanayilerinde üretkenlikte Japonya Batı ülkelerini yakalıyor. Bu bulgu hızlı sanayileşmenin sadece üretim artışıyla değil, verimlilikle yani kaynakların kullanımındaki etkinliğin artışıyla da sağlandığını gösteriyor.
Teknik bilginin arzının daha fazla olduğu Japon sanayilerinde üretkenlikteki artış daha hızlı.
Teknik bilginin kodifikasyonunu sağlamış ülkelerdeki üretkenlik artışı ile teknik bilginin arzı arasında da güçlü bir ilişki var.
Teknik bilgiye erişim sanayileşmeyi hızlandırarak sınai ürün ihracatının artmasını da kolaylaştırdı. 1868 yılında Japonya’nın ihracatı azdı ama bunun yaklaşık üçte biri mamul mallar, gerisi tarım ürünleriydi. 1885 yılında ihracat artmıştı ama mamul malların payı ise yüzde 20’ye kadar düşmüştü. Yani, hızlı kurumsal ve ekonomik reformlar hemen sanayide dönüşümü sağlayamadı. Bunu kolaylaştıran faktör, yukarıdaki teknik bilgiye erişimin artması oldu. Öyle ki, 1890’ların sonlarında mamul malların ihracattaki payı yüzde 60’a kadar yükseldi.
Kaynak: Juhasz et al. (2014, p. 24)
Bu Dönemde Osmanlı İçin Neler Söyleyebiliriz?
Buradan Türkiye ile nasıl bir karşılaştırma yapabiliriz? Osmanlı iktisat tarihçisi değilim, bu konudaki bilgilerim Şevket Pamuk ile sınırlı. Osmanlı’nın son dönemdeki modernleşmesi ile ilgili okuduğum en önemli kaynak Niyazi Berkes’in Türkiye’de Modernleşme kitabı. Buralardan hatırladığım kadarıyla, Osmanlı’da askeri amaçlarla teknik bilginin yabancı uzmanlar aracılığıyla getirilmesi 18. yüzyılda Fransa’dan gelen ve Osmanlı hizmetinde bulunarak askeri mühendislik okullarının açılması, askeri açıdan önemli çeşitli bilimsel tekniklerin tanıtılması gibi katkılarda bulunan François Baron de Tott ve Humbaracı Ahmed Paşa (asıl adı Claude Alexandre Comte de Bonneval) gibi uzmanlar vasıtasıyla gerçekleşiyor. Fransız Devrimi sonrasında bile Fransa’nın Osmanlı’ya bu tür teknik yardımları aksamıyor. Napoleon’un Mısır’ı işgal etmesine (1798) kadar Osmanlı’da Fransa’ya bu açıdan bir teveccüh ve yakınlaşma var. Bu işgal, iki yüzyıllık Osmanlı-Fransız ittifakını sona erdirdiği gibi Fransa’dan gelen yardımların da durmasına neden oluyor. Burada ilginç bir karşılaştırma şöyle yapılabilir: Kurulan askeri okullarda Fransa’dan getirilen askeri uzmanlar ders veriyor ve buralarda okutulan matematik, mühendislik ve diğer konulardaki ders kitapları Fransızca.
Burada şu soruyu cevaplamak ilginç olabilir: Japonya’da bu kadar çok teknik kitap çevirisi yapılırken Osmanlı’yı bundan alıkoyan neydi? Tekrar Osmanlı tarihçisi veya iktisat tarihçisi olmadığımı belirteyim. Aslında, II. Mahmut döneminde, 1821 yılında Babıâli Tercüme Odası adıyla bir tercüme enstitüsü kuruluyor. Japonya’daki benzerine göre kuruluşu ondan yaklaşık 35 yıl önce! Berkes (s. 199), ilk baştercüman Yahya Efendi’nin sonradan Müslüman olan bir Rum olduğunu, Mühendishane’de öğretmenlik yaptığını ve çeşitli dillere hakimiyeti sayesinde İtalyanca ve Fransızcadan fen kitaplarını Türkçeye tercüme ettiğini belirtiyor. Tercüme Odası daha sonraları çok sayıda aydın yetiştirmiş ve özellikle Fransızcadan edebiyat ve fen kitaplarının tercümesinde önemli rol oynamıştır. Divan Edebiyatı’ndan Tanzimat Edebiyatı’na geçiş de bu sayede oluyor. Yahya Efendi, henüz 1812 yılında Fransızcadan Türkçeye çevirdiği elektrik ile ilgili bir fizik risalesi yayınlıyor.
Yukarıda sorduğum soru hakkında bir spekülasyon yapmam gerekirse, Berkes’e atıf yapmak isterim. Berkes, Tanzimat döneminde eğitimin çağdaşlaştırılması çabalarını tartıştığı 7. bölümde (s. 231-244), Mühendishane, Harbiye ve Tıbbiye yüksekokullarından mezun olanların Fransa, İngiltere, Avusturya ve Almanya’ya eğitim için gönderildiklerini, Tıbbiye’de matematik ve fen derslerinin Fransızca anlatıldığını anlatır. Bu okullar modern araç ve gereçlerle donatılmış, Fransızca bilen mezunlar da yetiştirmişti. Hatta materyalist Fransız filozoflarının kitaplarının ne kadar rağbet gördüğünü de belirtir.
Yerli dilde kitap yazımının henüz erken tarihlerde başladığı anlaşılıyor. Yukarıda Yahya Efendi’nin tercümelerinden bahsetmiştim. Berkes, ondan sonra Tercüme Odası’nı baştercümanı olan Mühendishane hocası Hoca İshak Efendi’nin Mecmua-i Ulum-i Riyaziye (Matematiksel Bilimler Dergisi, 1831-1834) başlıklı, fasiküller halinde yayınladığı ansiklopedik eserinden bahseder. Bunun yanında, Fransızca fen kitaplarının Türkçeye çevirisinden bahsediliyor. Bu kitapta matematik ve fizik bilimlerindeki temel terimler Arapça kelimelerden türetilerek Türkçe’ye çevriliyor. Bunun dışında “elektrik” gibi terimleri de Fransızca’dan Türkçe’ye taşıyarak tanıtıyor.
Bir başka kurum da 1851-1862 yılları arasında hizmet everen Encümen-i Daniş idi. Burada Ahmet Cevdet Paşa’nın meşhur Osmanlı tarihi gibi eserler üretildi ama daha çok sosyal bilimler (tarih, eebiyat, dil) gibi konularda hizmet verdi.
Bu dönemdeki bir diğer önemli şahsiyet, Berlin’de fizik eğitimi almış olan, daha sonra da devlet adamlığı yapan Tahir Münif Paşa’dır (1830-1910). Berkes (s. 236), onun çalışmalarını özellikle övüyor. 1861 yılında kurduğu Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye adlı dernek ve çıkardığı Mecmua-i Fünun (Bilimler Dergisi) ile temel bilimler konusundaki çağdaş bilgilerin Türkçe olarak tanıtılmasının yanı sıra felsefe ve iktisat gibi alanlarda da yazılar yayınlandı.
1870 yılında Darülfunun’un açılması ve sonra 1874 yılında Galatasaray Lisesi içinde tekrar açılması yukarıdaki hazırlıkların sonucuydu.
Tüm bunlardan benim çıkardığım sonuç şu: Tanzimat döneminde (ve sonrasında hız kesse de Meşrutiyet döneminde) temel bilimlerin Türkiye’ye tanıtılması yönünde çok büyük çabalar var. Fakat, yukarıdaki makalede bahsedilen teknik kitapların (makineler, tesisler, çeşitli teknolojiler vb. hakkındaki kitaplar) tanıtılması ve Türkçeye çevrilmesi konusunda benim görebildiğim kadarıyla büyük bir çaba yok. Jön Türkler ve o dönemdeki aydınların fen veya mühendislik değil tarih, siyaset ve felsefe gibi daha çok sosyal bilimleri öğrenmeye kendilerini adadıklarını hatırlarsak, Japonya’da yukarıda bahsedilen Ishikawa gibi aydınların azlığı Türkiye için büyük bir talihsizlik. Modernleşme konusunda Osmanlı’da 19. yüzyılda büyük çabalar olmuş, fakat Japonya’daki gibi teknik okuryazarlığın ilerletilmesi ve teknik bilginin kodifikasyonu konusunda geri kalmışız. Bu durum, Osmanlı’nın ekonomik ve teknolojik olarak geri kalmışlığının anlaşılmasında yeni bir bakış getirebilir. Bu, tarihçilerin ve iktisat tarihçilerinin işi. Ben de bu konuyu araştırmaya devam edeceğim. Siz de bu konudaki katkınızı aşağıdaki yorumlar kısmına yazabilirsiniz.
Bu kelimenin Osmanlıca/Türkce karşılığı: iktibas. Ben, kodifikasyon kelimesini kullanmayı tercih ettim.
Burada kısa bir bilgi verelim. Japonca en büyük sözlük olan Nihon Kokugo Daijiten’de (日本国語大辞典) yaklaşık 300 bin kelime var.
Merhabalar hocam yazınız için teşekkür ederim benim de üzerinde çalıştığım bir konu hakkında yardımcı oldu. 1872 yılı itibariyle başlayan eğitim reformlarının kalkınmadaki rolüne yönelik önerebileceğiniz yazarlar var mıdır?