Bugünkü blog yazımda ne Japonya'dan, ne Çin’den, ne Doğu Asya’dan ne de iktisattan bahsedeceğim. Bugünkü yazının konusu doğduğum yer olan Tokat'ın Almus ilçesinin Kınık köyü.
1976 yılında Kınık köyünde doğdum. Wikipedia'ya göre 2022 yılında nüfusu 2116 olan bu köy, 1998 yılında belediyeye dönüştü. Benim için ise hâlâ bir köy. Tokat’a 41 km., Almus kasabasına 9 km. uzaklıkta. Google haritasından belki daha iyi anlaşılır. Eğer gidip görürseniz ilk dikkatinizi çeken ve sizi şaşırtacak olan şey dağların arasında yer alan böyle bir yere insanların gelip yerleşmiş olması.
Kaynak: Google Maps
Fotoğraflar için kaynak: http://kinikdernegi.org
Bu köy, Türkiye'de en çok Alevi-Bektaşi köyünün olduğu Tokat ilindeki Alevi köylerinden biri. Bu bölgeye zamanında Yörüklerin yerleştiği biliniyor. Ne zaman geldikleri tam olarak belli değil. Ama köyün adının Kınık olması burada Kınık boyundan Oğuz Türklerinin yerleştiğini ima ediyor. Köydekilerin de iddiası bu şekilde. Benim soyadım olan Akkemik, eski Moğolca ve Türkçede soyu temiz anlamına geliyor ve yöneten sınıf için kullanılıyor. Dolayısıyla, yönetilenler de Karakemikler oluyor. Benim merak ettiğim ise bunun ötesinde, bu köye insanların nereden geldiği, köyün nasıl geliştiği, vs. Yazılı kaynak olmadığı için ancak sözlü kaynaklardan derlediğim bilgilere başvurmak durumunda kalıyorum. Tabii ki, ilk olarak kendi babam ve akrabalarım. Bir de köydeki yaşlılardan zamanında öğrendiklerim.
Şimdi, köyün hikayesine başlıyoruz.
Kınık Köyü’nün Bilinen Tarihi
Sevan Nişanyan'ın yer adları haritasına bakılırsa bu köyün adı 1522'den beri Kınık ve bir Hubyar-Alevi yerleşimi. Yakınlarında buna benzer Hubyar Alevi köyleri de var: Şendere (eski adı Öküşmen), Gevrek, Kapıcı (Kapucu). Başka Alevi köyleri de var: Görümlü (eski adı Varzıl, ki burası 16. yüzyılda yaşamış meşhur halk ozanı Kul Himmet’in doğum yeri), Serince (eski adı Kevahlık), vb. Hemen yakınında Çevreli (Muhat) adıyla bir Sünni köy de var.
Burada Hubyar, adını Hubyar Sultan’dan alan bir Alevi ocağının adı. Almus’taki Hubyar köyünde 16. yüzyılda yaşamış olan ve Celalî isyanları sırasındaki katliamlardan Tokat’ın dağlık kesimlerine (yani Almus’a) kaçarak burada yerleşen bu Alevi piri, bir Türkmen. Adına Hubyar köyünde tekke (türbe) olduğu gibi Antalya’da da ona sahip çıkılıyor. Belki orada da yaşadı veya müritlerinden bir kısmı Antalya’ya göç edip ona orada da sahip çıktılar.
Yine Nişanyan’a bakılırsa, Kınık köyüne yakın en büyük yerleşim yeri olan ve Almus Barajı’nın hemen kıyısında bulunan Almus kasabasının adı 1455 yılında Amlus (Emlus), 1522 yılında ise Kâfirni imiş. Bu iki ismin de Rumca kökenli olduğunu öne süren Nişanyan bundan emin olamamış ki bunu tatmin edici bulmadığını söylüyor. 1916 yılında ise köyün adı kaynaklarda Almus olarak geçiyor.
Yine Wikipedia’ya göre, Almus’un adının kaynağı bilinmemekle birlikte, bir Türk boyu olan İdil Bulgarları’nın 920 yılında Tengri dininden İslam’a geçen hükümdarı olan Almış Han'dan geldiği iddia edilmekle1 birlikte, tarihçiler arasında kabul görmüyormuş. Zaten eski adı Almus değil, Amlus ve ondan önce Gavurini veya Kâfirini. Fakat, Oğuzların Kınık boyunun bu bölgeye yerleşmiş olması kuvvetle muhtemel. Oğuzların bir boyu ve damgalarından (tamga) biri olan Kınık bu boylar içinde de saygın olanlardan biri. Selçuklu hükümdarları da Kınık boyundan geliyordu. 11. yüzyıldan itibaren Kınıklar’ın Anadolu’ya göç ettikleri biliniyor. Moğollar’dan kaçan Kınıklar 13. yüzyılda onları takip ettiler.
Sonuç olarak, bu bilgilerden benim çıkardığım sonuç şu: Kınık köyünün kuruluşu ile Kınık boyunun ilgisi var. Bu köy, belli ki Kınık boyundan gelen Yörükler (Türkmenler) tarafından kurulmuş. En başından beri Alevi oldukları belli. Hubyar Sultan’ın hikayesine bakılırsa, onun gibi Celali isyanları sırasında Osmanlı idaresinden kaçan Orta Anadolu’daki Aleviler de buraya göç etmişler. Yani, bu erken dönemde değişik Alevi gruplar arasında bir karışma olması ihtimali yüksek. Öte taraftan, köyde yaşayan yaşlılardan öğrendiğimiz kadarıyla köyün biraz ilerisinde Rumlar yaşıyor. Köylüler ile Rumlar arasında evlilik gibi ilişkiler olmamış. Rumlar köylüler ile ticaret yapmışlar ve kendi zanaatlarıyla ilgilenmişler. Her Anadolu köyünde olduğu gibi köyün iç çekişmelerinin yanı sıra, arada sırada Rumlar ile arada adam öldürme dahil olmak üzere sürtüşmeler de olmuş.2 Genelde barışçıl bir ilişki olduğunun söylendiğini hatırlıyorum. Burada bir anekdot aktarayım. Mübadele sırasında buradaki Rumlar Yunanistan’a göç ediyorlar.3 Arada bir köye eski Türkçe mektuplar gönderip burada tanıdıklarının hâl hatırlarını da soruyorlar. Kendi memleketlerini unutmamışlar ama sanıyorum sonrasında köye ziyarete de gelmemişler. Muhtemelen torunları ve daha yeni nesiller dedelerinin yaşadığı bu köyü unutmuştur.
Göçlerle Şekillenmiş Bir Köy
Köyün tarihine geri dönelim. Kendi ailemin izlerini araştırdığımda, baba tarafımın aslında Kınık köyünden olmadıklarını, başka yerlerden göç ettiklerini öğreniyorum. 19. yüzyılın başlarında Sivas’ın Koyulhisar ilçesindeki bugünkü adı Yeşilyurt olan Gebeköy adlı köyden Kızıl Veli oğlu Hasan Kınık köyüne göç eder. Adına bakılırsa “Kızılbaş” ile ilişkili olmalı. Neden göç ettiğini bilmiyorum. Belki de bilmemek daha iyi.
Yine Nişanyan’a bakarsak, 20. yüzyılın başına kadar Gebeköy’ün bir Ermeni köyü olduğunu sonradan Alevi köyü olduğunu söylüyor. Bana nedense bu pek gerçekçi gelmiyor, çünkü köydekilerden de doğrulayamadım. Gebeköy ile Kınık arasında artık organik bir bağ da kalmamış. Köyde oradan geldiğini bilen insanlar var ama ne Gebeköy’e giden var ne de oradan gelen. Kısacası, bunlar artık akraba olduklarını unutmuş birbirinden uzak iki köy.
Kızıl Veli oğlu Hasan’ın oğullarından birinin adı Hasan Kâhya. Onun oğullarından birinin adı da Küçük Ali ve ölüm tarihi 1944. Benim adım (Küçük Ali) bu Ali’den geliyor. Küçük Ali Birinci Dünya Savaşı'nda Ruslara esir düşürüyor ve Sibirya'da yedi yıl esir kalıyor. Sonra dönüyor ve köyde Hafize Ebe ile evleniyor. Oğullarından Bayram, benim baba tarafından dedem. Küçük Ali’den yaklaşık yüz yıl sonra, adını taşıyan büyük torunu onun esarete gönderildiği Sibirya’nın daha da doğusuna, Japonya’ya giderek oraya yerleşti!
Hasan Kâhya'nın bir erkek kardeşi var. Adı Ali Kâhya. Anne tarafım da buradan geliyor. Yani, köyün gen havuzunun çok da zengin olduğu söylenemez.
Köydeki Aleviler Kim ve Nereden Geldiler?
Hasan Kâhya’ya4 bir parantez açalım. Burada Alevi-Bektaşi kültürüne girmek gerekiyor. Hasan Kâhya, Hacıbektaş ibrikçisi. Yani, cem ayinlerindeki5 12 hizmetten birini ifa ediyor. Bu, Bektaşi tarikatındaki müritlerin cem esnasında abdest almalarını sağlayan hizmet. İbrik de oradan geliyor. Bektaşilik büyük bir tarikat ve çeşitli kolları ve ocakları var. Hasan’ın ocağı ise Sarı İsmail Ocağı. Sarı (Saru) İsmail, Hacı Bektaş’ın halifelerinden biri (yani 13. yüzyılda yaşamış olmalı) ve Bektaşilikte 12 posttan biri onun adını taşır (diğerleri arasında Horasan, Kaygusuz Abdal, Balım Sultan, Abdal Musa, vs. var). Bugün adına Denizli’nin Tavas ilçesinde bir tekke de var.
Yani, köydeki Alevi kültürünün bir ucu bu şekilde Sarı İsmail Ocağı’na kadar uzanıyor. Sarı İsmail Ocağı da doğrudan Nevşehir’deki Hacıbektaş’a bağlı. Türkiye’deki Alevilerin örgütlenmesi çok karışık. Kınık Köyü’ndeki Alevilerin çoğu Bektaşi tarikatına mensup ve Hacıbektaş'a bağlılar. Bu nedenle, son zamanlarda azalsa da köye belirli zamanlarda Hacıbektaş’tan dedeler geliyor ve dinî faaliyetlerde bulunup karşılığında erzak alarak bölgedeki diğer köyleri dolaşıyorlarmış.
Peki, Hacı Bektaş Veli’nin kurucusu olduğunu bildiğimiz Hacıbektaş tarikatının kuruluşu nasıl gerçekleşiyor? Bu konuda İslam Ansiklopedisi ve Hacı Bektaş Derneği’nin açıklamaları farklılaşıyor. Ama ortak nokta şu: Moğollardan kaçarak Anadolu Selçuklu Devleti’ne gelen göçebe Türkmenler 1240 yılında Şii tarikatlarından birine mensup olan Baba İshak ve Baba İlyas liderliğinde ayaklanıyor (Babaî Ayaklanması). Burada özellikle Kalenderî, Haydarî ve Vefaî gibi esasen tasavvufla ilişkili olan tarikat adlarına çok rastlıyoruz. Peki neden ayaklanıyorlar? Göçebe Türkmenler ile şehirlerde yerleşik nüfus arasında kültürel farklılıklar nedeniyle ortaya çıkan anlaşmazlıklar ve Türkmenlerin yağma faaliyetleri gibi nedenler var. Bu dönemde Sivas, Tokat ve Orta Anadolu tarım sayesinde Anadolu’nun en müreffeh bölgeleri arasında. Türkmen göçebelerin buralara sızmaları bölgedeki yerleşikleri de doğal olarak rahatsız ediyor. Bunun dışında da nedenler olabilir. Benim görebildiğim kadarıyla en önemlisi bu. Selçuklu ordusu Babaî ayaklanmasını zorlukla bastırabiliyor ve Baba İlyas idam ediliyor. Bu ayaklanma ile zayıflayan Anadolu Selçuklu Devleti kısa bir süre sonra 1243 yılında İlhanlı ordusuna Kösedağ Savaşı’nda yenilerek Moğol himayesine girecektir.
Burada bence ilginç olan bir nokta şu: Hristiyanlık, Zerdüştlük ve Maniheizm gibi birçok dinin de uğrak noktası olan bu topraklar (Orta ve Güneydoğu Anadolu) İslam içinde Sünni anaakım dışında farklı tarikatlar ve dini inaç karışımlarının oluşması için de uygun bir ortam hazırlıyor. Babaî ve İsmailî gibi Şii tarikatları özellikle İran üzerinden Anadolu’ya gelen Türkmenler arasında yayılıyor. Horasan’dan gelen Türkmenlerin dinî liderlerinden (derviş) biri Yesevî tarikatıyla ilişkilendirilen Hacı Bektaş-ı Veli. Onun Orta Anadolu’ya gelerek kurduğu tarikata bugün Bektaşilik diyoruz. Bugün Babaî tarikatı ortada yok. Fakat, Alevilik ve Bektaşilik tarih boyunca, hatta yakın tarihte (1979-1980 Çorum-Maraş olayları, 1993 Sivas Madımak olayı) uğradığı zulüm ve katliamlara rağmen güçlü bir şekilde ayakta. Babaî tarikatı ve 13. yüzyıldaki diğer benzer tarikatlar ile ilgili bilgiler çoğunlukla efsane/menkıbe niteliğinde. Bu nedenle tarihsel ve objektif olarak yorumlamak zor. Orta Asya’dan gelen Türkmenlerin Tengricilik gibi öz dinlerinden getirdikleri inanç, töre ve diğer öğeleri İslam ile karıştırarak Aleviliğin zenginleşmesine katkıda bulunduklarına yönelik görüşler var.
Bektaşilik ve Alevilik arasındaki fark ne? Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği, Mehmet Eröz’ün Türkiye’de Alevilik ve Bektaşilik başlıklı sosyolojik araştırmasına dayanarak bu farkı şöyle belirtiyor: “Bektaşilik bir tarikat olduğu için, bu tarikatın yollarına uyan herkes Bektaşi olabilir. Ama Alevilik soya bağlıdır ve ancak ana-babası Alevi olan kişi Alevi olabilir.” Sünni mezhepler de Hacı Bektaş’a saygı duyuyorlar.
Anadolu Aleviliği, bu yıllarda İran’ı da yöneten Osmanlı’nın İslam dünyasındaki en büyük rakibi olan diğer bir Türk devleti olan İran’daki Safevî Devleti’nden 15. yüzyılda Anadolu’ya getirilen ve Aleviler arasında yayılan -orijinal olarak İran’da Safevî tarikatına mensup Türkmenler arasında doğan- Kızılbaş Hareketi ile politik bir anlam kazandı. Bunun ardından, 16. yüzyılda Osmanlı’daki idarecilerin yolsuzlukları ve artan eşkiyalık nedeniyle bozulan sosyal huzur ile ekonomik zorluklara karşı devlete isyan şeklinde aslında kırsal kesimdeki Sünni Müslümanlar tarafından Orta ve Doğu Anadolu’da çıkarılan Celali İsyanlarına (ki, ilk isyan çıkan yer Tokat) Alevi Türkmenler de destek verdi. Bu dönemde devlet ile isyancılar arasındaki mücadeleyi konu alan Gevheri gibi ozanların türküleri günümüze kadar geldi. 1606-1610 arasında sadrazam Kuyucu Murat Paşa büyük bir kıyımla isyanları kanlı bir şekilde bastırdı. Osmanlı, 1519’da başlayan Celalî isyanlarını tamamen ancak 100 yıl sonra bastırabildi.
Tüm bunlar ile Kınık Köyü’nün ilgisi ne? İşte bu Celalî isyanları sırasında Orta Anadolu terörün eşiğinde can çekişen bir yer. Selçuklu döneminde Anadolu’nun en zengin yerleri olan buralar şimdi artık yıkımın ve ölümün kol gezdiği yerler oluyor. Huzurun ve düzenin kalmadığı bu bölgede Aleviler de var. Osmanlı buradaki isyanları bastırmak için kendine başkaldıran tüm gruplara yaptığı gibi şiddetten çekinmiyor ve isyanlar bastırılırken çok sayıda insan idam ediliyor. Bir de eşkiyalar var. Çiftçiler topraklarını ve insanlar yaşadıkları yerleri terk ediyorlar ve daha huzurlu uzak yerlere kaçıyorlar. Bu kaçanlardan bazıları Tokat’ın dağlarında kendilerine huzur arıyorlar. İşte bunların bir kısmı Almus’un dağlarından birinde Kınık köyüne geliyor ve burada yerleşiyor. Tarımla uğraşıp buğday ekiyorlar. Yazları da köyün yaylasında geçiriyorlar. Anlaşılan o ki, huzurlarını koruyabilmek için sadece yakındaki diğer Alevi köylerinden başka kimseyle iletişim kurmuyorlar. Sünni köyleriyle sadece ticaret için etkileşim kuruyorlar. Bir de köyün yakınında yaşayan Rumlar var. Yukarıda bahsetmiştim.
Kınık Köyü’ne geri dönelim … Köyde başka Alevi gruplar da var. Yukarıda bahsettiğim Hubyar Tekkesi’ne bağlı Tekkeliler var. Hubyar Sultan’ın kendisi de Celalî isyanları sırasında Tokat’ın dağlarına kaçarak Almus’a yakın Hubyar köyüne yerleşen bir Türkmen Alevi şeyhi. Yani Kınık ile hikayesi benziyor.
Ayrıca, Tokat’ın bir ilçesi olan Zile’den göç ederek köye yerleşmiş bir başka Alevi grup olan Sıraçlar var. Bunlar da bir Türkmen Alevi grubu. Köklerini tarihte Harezmşah Devleti’ni (bu devleti Cengiz Han yıktı) kuran Oğuzların Beydili boyuna dayandırıyorlar. Orta Asya’dan getirdikleri Tengrici geleneklerini hâlâ devam ettirdikleri biliniyor. Muhtemelen Moğollardan kaçarak Orta Anadolu’ya yerleştiler ve bir kısmı Tokat’a geldi. Bizim köydeki Sıraçlar’ın Hubyar Tekkesi’ne bağlı olduğunu biliyorum. Yozgat ve Sivas’ta da Sıraç köyleri var. Çok iyi korudukları gelenekleri hakkında Orhan Yılmaz tarafından yazılmış bir kitap var.
Bir de çok sonradan köye göç ettiklerini öğrendiğim Tahtacılar adlı bir Türkmen Alevi grubu var. Kökleri, 15. yüzyılda Horasan’dan Anadolu’ya göç eden Oğuzların Ağaçeri boyuna dayanıyor. Ağaç işleriyle uğraştıkları için kendilerine Tahtacı deniyor. Bugün çoğunlukla Türkiye’nin güney ve batı bölgelerinde yaşıyorlar. Kınık köyünde az sayıda Tahtacı yerleştiğini biliyorum.
Sonuç
İşte bu, doğduğum Anadolu’nun kuzeyindeki dağ başındaki bir köyün hikayesi. Yani, benim hikayem. Anadolu’daki her köyün böyle bir hikayesi var. Ben kendi köyümü ve atalarımı araştırdığımda daha bilmediğim çok şey olduğunu öğrendim. Bilmediğimi bildikçe daha fazla araştırmak ve daha fazla öğrenmek istiyorum. Bu zaten benim mesleğim.
Bazıları için tarih sıkıcı bir okumadan ibaret; bazıları için ise merak edilen ve öğrenildikçe daha da öğrenme isteği uyandıran bir uğraşı. Benim içinse, bir yandan, (1) Türkiye’de kendimi mensup olarak gördüğüm bu azınlıkta kalmış inanca neden Sünnî olarak ifade edilen çoğunluğun yüzyıllarca (son 20-30 yılda iyileşmeler olmasına rağmen hâlâ bir ölçüde devam ediyor) ayrımcılık uyguladığını, karşılıklı sosyal etkileşime girmek istemediğini, hakkında türlü iftiralar6 uydurduğunu, hatta çok daha ileri giderek bazen katliama varan derecede nefret ettiğini, öte yandan, (2) bu azınlığın neden kendini içe kapatarak izole ettiğini, kendi mitlerini oluşturduğunu, bunun öncesini, tarihsel, dinsel ve kültürel nedenlerini hep araştırmaya motive eden, kendimi araştırırken bana yardımcı olan en önemli araç. Türkiye’de “öteki” olmak hep zor olmuştur. Bunu yaşayarak öğrendim. Şimdi ise, bir sosyal bilimci gözlüğüyle bakarak bunu anlamaya çalışıyorum.
Wikipedia’da bu konuda kaynak belirtilmemiş.
Bir keresinde köylüler Rumların düğününü basarak düğünde takılan takıları çalmak istiyorlar. Bu saldırı sırasında ölü ve yaralılar oluyor.
Mübadele sırasında, Rumların gitmeden önce altın ve diğer değerli mücevheratı dağlarda bir yerlere sakladığına inanıldığı için köydeki bazı maceraseverlerin dağlara “define avı”na çıktıklarına dair çok hikâye duymuştum. Ayrıca, bulamadıklarını da.
Köyde onun soyundan gelenlere Hasan Kâhyagiller anlamında yerel şivede Hasankâli derler.
Cem ayinin tarihsel kökenleri için şu makaleye bakılabilir.
Hayatımda yaşadığım en üzücü anlardan biri ODTÜ’deki bir arkadaşımın bir sohbetimiz sırasında mum söndü iddiasını ortaya atarak, Alevilerin bu ayinde kendi kardeşleri ve akrabalarıyla uygunsuz işlere giriştiğini anlatmasıydı. Karşısında konuştuğu kişinin kimliğinden habersizdi. Kaldı ki, bu küçük bir detay. Anlattıklarına o kadar çok inanıyordu ki, Türkiye’nin en zeki insanları arasından seçilerek en iyi eğitim kurumlarından birinde eğitim gören bu kişinin bunlara nasıl inanabildiğini anlayamamıştım.
Merhaba Ali, çok teşekkürler bu güzel yazı için. Köyün tarihi açısından çok önemli gerçekten. Bu tür yazılarla ve elde edilen bilgilerle daha detaylı bilgilere ulaşmak mümkün olacaktır. Tarihçi hocamız Doç. Dr. Erdal Taşbaş'ta sanırım önemli katkılar yapabilecektir:)
Ben de geçtiğimiz yıllarda köye ilk gelenlerden Taşbaş'ın (7-8 kuşak önceki anne tarafından dedem ), Kınık'a gelmeden önce Çevreli (Muhat)'de bulunan ve Çevreli'nin ilk evi olduğu söylenen küçük bir binadan ahşap örnekleri alarak kullanılan ağaçların kesim tarihini (binanın yaklaşık yapım tarihini) araştırdım. Dendrokronoloji yöntemleriyle, ağaçların 1843-1844'te kesildiğini tespit etmiştim. Bu bilgi elbette sadece bir yaklaşım ve başka kaynaklara da ihtiyaç var ama bugünkü Kınık yerleşimi 1800'lerin ilk yarısında (büyük olasılıkla ikinci çeyreğinde) olabilir. Sanırım daha öncesinde bugünkü Çevreli kasabasına gelmişler, oradan da bugünkü yere Kınık'a yerleşmişler. Benim de bu konuyu daha fazla araştırmam gerekecek...
Diğer yandan Celali İsyanları ile ilgili bilgilerden, isyanların ilk Tokat'ta başladığı bilgisini bilmiyordum. Çok teşekkür ederim. Bizim tarihçilerle olan tartışmalarımızda isyanların 16.yy ortalarında Orta Anadolu'da yaşanan kuraklıklar ve kıtlıkların da etkisinin olduğu yönündeydi. Verimli arazilere sahip olan kuzeydeki illere saldırıların da olduğu yönünde tartışmalar oldu. Bu bağlamda Tokat zengin ovasıyla çatışmanın merkezlerinden biri olmuş olabilir.
Çok teşekkürler Ali, görüşmek dileğiyle, sevgiler...